Gelişmiş olarak kabul ettiğimiz ve birçok alanda örnek aldığımız ülkelere baktığımızda bizden birçok alanda ne kadar ileride olduğunu görürüz. Örneğin; bu ülkelerin hepsi adeta bir park cennetidir. Doğal veya sonradan yapılmış parklar halkın her türlü gereksinimi için özel olarak tasarlanır. Parklar yalnızca iki üç banka armalı kanepe ve birkaç ağaçtan oluşmaz. Spor sahalarından oyun alanlarına, her yaş için tasarlanmış rekreasyon merkezlerine kadar her türlü ayrıntıyı bulabilirsiniz ve buraları çok güvenli yerlerdir. 
Park şehirde bir tane ile de sınırlı değildir. Adeta her mahalle için bir park vardır. Bu parklar o kadar büyüktür ki bazıları kasaba veya şehir kadardır. Parklar önemli yaşam merkezleridir. Süsten ibaret değildir ve mahalle sakinlerinin oralardan farklı beklentileri yoktur. Kurnazlık yaparak buraları kendi çıkarlarına kullanmazlar; ayrıca buna halk da izin vermez.
Buralarda çocuklarınız oralarda her türlü oyunları oynayabilir, sonradan veya doğal göllerde kuğuları, ördekleri, sincapları besleyebilir, kurbağalara dokunabilir (ben yaptım), geyiklerle yarenlik edebilirsiniz. Eğer arabanızla bir şehir kadar büyük parklardan geçiyorsanız geçiş önceliği sincapların, geyik sürülerinin veya diğer park yaşayanlarınındır (ben gördüm ve yaşadım).
Hamile kadınların nefes aldığı, güneşi ve temiz havayı içine çektiği, dinlendiği, karnındaki çocuğu ile konuştuğu, huzur bulduğu yerlerdir parklar. Yaşlı nüfusun biraraya geldiği, birlikte gönüllü eğitmenlerle spor ve egzersiz yaptığı, yanlarında getirdiği yiyeceklerle muhabbet ederek eğlendikleri yerlerdir.
Öğle arası insanların öğle yemeklerini paketlerinden çıkarıp yedikleri, banklara oturup işten bir an uzaklaştıkları, kendilerini dinlediği, daha verimli olmak için kendisiyle başbaşa olduğu veya arkadaşlarıyla şakalaştığı yerlerdir.
Mahallenin gençlerinin eğitmenler eşliğinde antrenman yaptığı, rekreatif alanlarda eğlendiği, dans ettiği, paten kaydığı, futbol, basketbol, badminton oynadığı, çember çevirdiği yerlerdir.
Hatta bazılarına özel köşelerde bireylerin hiçbir yasak olamadan özgürce düşüncelerini ifade ettiği, felsefe, politika, siyaset ve edebiyat toplantılarının ve konuşmalarının yapıldığı mekanlardır.
Oralarda kişi başına düşen yeşil alan gelişmişliğin ölçüsü olarak 20 metrenin üzerindedir. Hatta buralarda yeşil alan miktarını artırmak için ilave çalışmalar yapılmaktadır. Bize gelince ise bu son verilerin 2.5 metre olduğu ki -buralara mezarlıklar dahil- bu oranın İstanbul’da 35 cm’e indiği söylenmektedir.

35 cm’de tek ayak üzerinde bile duramazsınız ama  birileri bize buralarda yaşamamızı ve hiçbir şeyden şikayet etmememizi söylüyor…

Kısaca birileri 21. yüzyılda bile bizleri her açıdan fakirliğe sürüklemektedir. Gördükleri her boş alanı müteahhitlere satarak garip ve yabancı adlar koydukları beton yığınlarına dönüştürmekte ve bunu da bir iş dehası; yaşam alanları olarak kitlelere sunmaktadırlar.
Estetikten, doğal hayattan, sanattan, bilimden uzak kalmışsa insan; yeşili, doğayı, yaban hayatını tanımamaktadır. İnsanın tanımadığı, bilmediği ve yaşamadığı şeylere yabancı kalması kadar da doğal bir şey yoktur…

Neden acaba yabancılar ülkelerindeki milyonlarca metrekare olan parkları, yeşillikleri, ormanlıkları, beton yığınına dönüştürmediler hala?
!..
Yanıtı siz bulun…