Doğal afet üzerine fikir yürüteceğimiz bu yazıda, çetrefil bir başlangıç yapmamızı ise şöyle izah edelim; esas konumuzu teşkil edecek olan doğal afet üzerine, bilhassa deprem, zaman algımızdan yola çıkarak, diğer birkaç mevzu’u da emsal teşkil etmek amacı ile ele alarak, meselelere genel olarak nasıl baktığımıza dair bir giriş yapmayı uygun gördük. Zira doğal afet konusu, yukarıda da bahsettiğimiz üzere, korku ile karşı karşıya kalınmak sureti ile cılız bir refleks göstermekten ibaret.
Bu sakat zihniyet’i, bu minvalde irdeledikten sonra, hiç kuşkusuz tabii afetlerin en tehlikeli ve yıkıcı olanı deprem üzerine mülahaza yapalım. Deprem her ne kadar jeolojik bir tabiat olayı olsa da, etkileri bakımından toplum ve birey üzerinde sosyolojik, psikolojik, ekonomik ve ilââhir... sonuçları da mevcuttur.
Depremin, ilk olarak, ekonomik etkilerinden şu şekilde bahsedebiliriz; Deprem, esas itibari ile can ve mal kaybına sebep olur. Toplum ve birey, depremin etkisi ile yıkılan evlerde ekonomik kayba uğrar, yılların birikimi ile alınan konut ve eşyalar tahrip olur. Barınma problemi ile birlikte, sokaklarda sıcak-soğuk demeden, sağlıksız ortamlarda, çadırlarda, barın(dır)maya çalışılır. Diğer bir ekonomik etkisi ise, iş alanlarının tahrip olması sebebi ile, deprem sonrasında, depremzedelerin işsiz kalmasına sebep olmasıdır. Böylelikle, çalışarak gelir elde edemeyen birey, sosyal yardımlara muhtaç duruma gelir.
17 Ağustos depremi üzerinde duracak olursak; Resmi raporlara göre, 17.480 ölüm, 23.781 yaralı oldu. 505 kişi sakat kaldı. 285.211 konut, 42.902 işyeri hasar gördü. Resmi olmayan bilgilere göre ise yaklaşık 50.000 ölüm, ağır-hafif 100.000'e yakın yaralı olmuştur. Ayrıca 133.683 çöken bina ile yaklaşık 600.000 kişiyi evsiz bırakmıştır.
Yaklaşık 16 milyon insan, depremden değişik düzeylerde etkilenmiştir. Bu nedenle Türkiye'nin yakın tarihini derinden etkileyen en önemli olaylardan biridir. Deprem gerek büyüklük, gerek etkilediği alanın genişliği, gerekse sebep olduğu maddi kayıplar açısından son yüzyılın en büyük depremlerinden biridir. Ve maatteessüf unutulmuştur.
1999 depremi ve deprem bölgesinin Türkiye ekonomisindeki yeri göz önüne alınarak; ekonomik altyapı üzerindeki etkileri ( Deprem ağırlıklı olarak karayolu, demiryolu, haberleşme, enerji dağıtım tesislerinde hasara yol açmıştır. Altyapıda meydana gelen tahribat ekonomik ve sosyal hayatı büyük ölçüde etkilemiştir. Yaklaşık olarak 3400 elektrik dağıtım kulesi, 490 km elektrik dağıtım ağı, yer altı dağıtım hatları büyük ölçüde tahrip olmuştu. Aynı zamanda gaz ve petrol boru hatları tahrip olmuş, Marmara Denizi’ne petrol ve kimyasallar akarak denizi kirletmiştir. ) , imalat sektörü üzerindeki etkileri (imalat sanayi işyerlerinde bina, makine teçhizat, mamul ve yarı mamul stok kaybı vasıfsız ya da vasıflı iş gücü kaybı gibi etkileri ortaya çıkarken bunlara bağlı olarak üretim ve ihracat kaybı söz konusudur. Bölgedeki imalat sektörü işyerlerinin katma değer kaybı (kamu + özel) 657.9 trilyon liradır. Bu zararın 295.9 lirası fizikî hasar, 355.4 trilyon lirası ise üretim kaybıdır. ) , tarım sektörü üzerindeki etkileri ( çiftçilerin konut, çiftlik yapıları, hayvan kayıpları gibi var olan borçlarının ertelenmesi ve yeni finansman imkânlarının sağlanmasına yönelik tedbirler vs.), ihracat – ithalat, turizm sektörü üzerindeki etkileri (Depremin turizm sektörü üzerindeki etkisi diğer sektörlerde farklıdır. Çünkü imalat sanayindeki doğrudan etki deprem bölgesindeki işyerleri ile sınırlıdır. Fakat deprem yörelerinde yıkılan ya da aşırı zarar gören turizme dönük işyeri sayısı çok fazla olmamasına rağmen turizm sektörüne depremin etkisi sadece bölge ile sınırlı kalmamış, Türkiye’deki tüm turizm yörelerini etkilemiştir. ) eğitim ve sağlık ( Bölgede toplam 43 adet okul yıkılmış 377 adet okul ise hasar görmüştür. Bölgedeki Sağlık Bakanlığı ve SSK genel müdürlüğüne bağlı tesislerde hâsıl olan hasarların telafisi için de yaklaşık 25 trilyon TL. ödenek aktarılmıştır.) vs. üzerine bahsedilebilir.
Netice itibari ile, konsolide bütçe, yıkılan konutların yerine yenilerini yapmaya dönük yapılan harcamalar, kamu bankalarının görev zararları, yerel yönetimlerin yaptıkları harcamalar ve sosyal fonlardan aktarılan kaynaklar vs. depremin mali etkileri olarak değerlendirmek mümkündür.
Ek olarak, 1999 yılında Türkiye’de meydana gelen depremler, etki alanı itibariyle oldukça geniş bir bölgeyi kapsamaktadır. Ve Marmara depreminin, ekonomi üzerindeki etkisi, önceki depremlere kıyasla oldukça yüksektir. Bunun en önemli nedeni bölgenin ekonomik açıdan gelişmiş olması ve Türkiye’nin en önemli üretim merkezlerini bünyesinde barındırmasıdır. Bu nedenle depremin ekonomi üzerindeki etkisini sadece mikro ölçekte yani bölge düzeyinde incelemek mümkün değildir. Çünkü bölge makro-ekonomik dengeleri etkileyebilecek potansiyele sahiptir.
Ekonomik etkileri bu şekilde serdettikten sonra, bu ekonomik durumun sirayet ettiği diğer birkaç mevzu üzerinde duralım; Deprem neticesinde, ekonomik kayba maruz kalan kişiler, - kendileri açısından hayatlarını bir şekilde idame ettirebilmek için - dinî, sosyal, ahlakî istismar ile de karşı karşıya kalırlar. Dinî yönden, misyonerler, inanç istismarı yaparak, mağdur insanları din değiştirmeye, emperyalistler ise kültür tahribatına sebep olarak, kendi kültürlerine aşina gruplar oluşturmaya çalışırlar. Bu noktada Prof.Dr. Abdurrahman Küçük’ün Misyonerlikten Diyaloğa Türkiye adlı eserinde değindiği birkaç husus dikkatimizi çekiyor, iktibas edelim;
“..Etkili olan kiliselerden biri Kurtuluş Kilisesi; kurucusu İhsan Yenal Özbek’tir. İhsan Özbek, kendi ifadesiyle “Türkiye’yi Seven Koreli Protestanlar Grubu Başkanı” olan Hong Jung Kil ile birlikte Yalova başta olmak üzere, 1999 yılı depreminden sonra deprem bölgesinde aktif faaliyet göstermiştir.”
“Balgat Uluslararası Protestan Kilisesi, 1991 yılında faaliyete geçmiş, 1998 yılında Çiğdem Mahallesi’ne taşınarak aktif faaliyete başlamış ve 1999 depremlerinde de depremzedeler arasında yoğun misyonerlik faaliyetlerinde bulunmuştur.”
Bu bilgileri verdikten sonra, yorum yapmadan devam ediyoruz; sosyal zaruretler ( demografik, ekonomik, ekolojik, teknik vb. sebeplerle ) toplumları, ruhî zaruretler kültürleri değiştirir. Biz onları aydınlığa çıkarır ve yalnız bu zaruretleri bilerek olaylara tesir edebiliriz. Bu kontekstte, 1999 Marmara Depremi ile irtibatlı olarak, depremin nüfus ve yerleşme üzerindeki etkileri üzerinde duralım;
“ Gölcük nüfusu, 1940’tan 1997’ye kadar sürekli artış eğilimi gösterirken, deprem sonrasında ani bir düşüş gözlenmiştir. Toplam nüfustaki düşüşe karşın kırsal nüfusta kısmi; kentsel nüfusta ise ciddi bir azalış söz konusudur. Depremin ilçe merkezindeki etkisi bunda belirleyici olmuştur. Kırsal nüfusun kentsel nüfus kadar azalmaması ve toplam nüfus içindeki payının da artması, kırsal yerleşmelerin lokasyonu ve buralara kurulan geçici yerleşmeler ile yakından ilgilidir. Dayanıklı zemin koşullarına sahip kırsal yerleşmeler, depremin ardından çekici konuma gelmişlerdir. Nüfus miktarındaki azalış yoğunluğa da yansımış, nüfus yoğunluğu 1940’tan bu yana ilk kez düşüş göstermiştir. İlçenin toplam, kırsal ve kentsel nüfus artış hızlarında belirgin bir gerileme gerçekleşmiştir. Deprem, Gölcük’ün demografik gelişim sürecine bütünüyle ters bir durumu ortaya çıkarmıştır.
Ülkemizde bugüne kadar kırdan kente doğru gerçekleşen göç eğilimi, belki de ilk kez, sınırlı bir alanda da olsa tersine dönmüştür. Deprem sonrasında, Gölcük’te kentten kıra doğru bir göç hareketi gündeme gelmiştir. Kırsal alanlardaki nüfusun artışında, geçici yerleşimler nedeni ile buralara gelen nüfusun, zamanla kalıcı duruma gelmesi de etkili olmuştur.
[…] Doğal olayların afete dönüşmesi büyük ölçüde insan etkinlikleriyle ilişkilidir. Bu nedenle, herhangi bir doğal afetin ardından gözlenen göçler, yerleşim yeri değişiklikleri, demografik yapıdaki değişimlerin ya da başka alanlardaki olumsuz gelişmelerin derecesi, doğal afetlerle yaşamayı ne derecede öğrendiğimizin de göstergesi olacaktır.”
Son olarak, ahlakî yönden ise, dünya çapında örgütlenmiş suç örgütleri, uyuşturucu, kadın ticareti gibi faaliyetlerine, yeni insanlar kazandırmak için deprem bölgelerini seçerler. Her şeyini kaybetmiş olan insan, fuhuş bataklığına sürüklenir, kadın ticareti yapanların eline düşer. Örf ve anane’ye dayanan aile yapısı dağılır. Organ mafyaları tarafından, sahipsiz, biçare depremzedeler, para ile ikna edilerek veya kaçırılarak, organ ticaretinin hedefi durumuna gelir. Misyonerler kimsesiz çocukları ve bebekleri kaçırıp başka bir din üzerine yetiştirmek, insan ticareti yapan çeteler de kaçırdıkları çocukları dünyanın başka bölgelerindeki çocuksuz ailelere satmak için deprem bölgelerini seçerler.
Netice itibari ile, deprem’i çeşitli yönleri ile ele aldığımız bu yazı’yı, giriş bölümü ile irtibatlı bir şekilde bitirelim; milli meseleler, deprem vs. bu mühim konuları, adet olduğu üzere, bir müddet gündeme getirip, bir-iki gün manşette kalıp saman alevi gibi sönmemesi gerektiğini ve bundan sonra tekrar ne zaman ve ne şekilde ele alınacağını rüzgârın seyrine bırakmamız gerektiğini bir kez daha vurgulayalım…
Hüseyin Alperen KAYA